Öne Çıkanlar
Doğum İçin Geldim Sana Macera Dolu Amerika
By
Published on
Yurtdışında doğum fikrini ilk duyduğumda ne aklımda bir bebek düşüncesi ne de karnımda bir bebek vardı. “Vay be” demiştim. “Cesaret isteyen birşey yapabilir miyim bilmem”.
Günler günleri aylar ayları kovaladı. Roma’ya tatil planları yapıp biletlerimizi aldıktan bir hafta sonra hamile olduğumu öğrendim. Hem de doğum tam Roma’ya gideceğimiz güne denk geliyordu. Bana kaderimin bir oyunu muydu bu? Evren bana bir mesaj mı veriyordu “artık gezemeyeceksin nihahahahah”
Daha minnak bir kan pıhtısıyken gezemiyorsam gelince neler olacaktı?
Bu başka bir konunun yazısı olabilir, o sebeple hadi dönelim ABD’de doğum macerasına.
Bebek fikrine alışıp sindirdikten sonra ben bebek odası, kıyafet gibi konularla ilgilenirken eşim Mehmet de bir yandan Amerika’da doğum konusuyla ilgileniyormuş. Meğer bir zamanlar arkadaşımız ile yaptığımız konuşma kendisine mantıklı gelmiş ve derinden araştırmalara başlamış. Bana ciddi ciddi “Bence gitmeliyiz” dediğinde hiç sorgulamadan kendimden son derece emin bir tavırla “Gidelim” dedim.
Amerika’da doğum için neler yapmamız gerekiyordu?
Önce arkadaşım aracılığıyla beni orada misafir edecek olan aile ile tanıştım.
Aynı evde kalmış farklı insanlarla tanışıp onların deneyimlerini dinledim, aklımdaki sorulara cevap bulmaya çalıştım.
Biletlerimizi aldık, vize başvurumuzu yaptık ve Amerika’ daki hastane için gerekli sağlık dosyasını hazırlamaya başladık.
Neler ile karşılaştık?
Bu işin en zor kısmı bence bu kararın ailelere açıklanması. Nasıl söylesek acaba diye kendi kendimizi yerken ikimizin ailesi de bu kararımızı büyük bir saygıyla karşıladı. Evet torunlarının ilk anlarını görmek onlar için çok önemliydi ama sonuçta bizim en doğru kararı vereceğimizi söylediler.
Yakın çevremiz dışındaki insanlara bunu anlatmak daha büyük sıkıntıydı. Ne gerek vardı ki, hem çok vergi öderdi ileride, bu da yeni moda olmuştu 🙂 Tüm soruları ve gelen tepkileri büyük bir sabırla cevapladık.
Zaman yaklaşıyordu!
San Diego’da yanında kalacağım aile ile sanal ortamda tanışmak beni fazlasıyla rahatlatsa da zaman yaklaştıkça ben kendimi kurbanlık koyun gibi hissetmeye başladım. Hazırlıklar tüm hızıyla devam ediyordu ama gerçekten gitmek istiyor muydum?
Bir yandan gitmek istemiyordum (hormonlar) bir yandan da bencillik ettiğim için kendime kızıyor ”Gitmelisin” diyordum. Gitmek istemiyordum çünkü 13 saat tek başıma nasıl gidecektim, tanımadığım insanların evinde nasıl kalacaktım, ne yiyecektim. Peki ya kişisel bakım…
Dünyanın bir ucunda kaşlarımı bozmayacak insanı nereden bulacaktım:( Bencillik ettiğimi düşünüyordum çünkü Mehmet’in Nino için yapmamı istediği bu şey onun geleceği için güzel bir adım olabilirdi, iyi kapılar açabilir gezmeyi seven bir insan olursa vize derdi olmazdı 🙂 (biliyorum bunların hepsi bir olasılık ve hiçbirşeyin garantisi yok)
Tüm bu gelgitlerin arasında bir gün kendimi valizimi hazırlarken buldum. “İnşallah vize vermezler” diye ettiğim dualar kabul olmamıştı.
Ve sonunda büyük gün geldi.
Karnımda 32 haftalık Ninom, gözümde dinmeyen gözyaşım, içimde kocaman bir sıkıntıyla geçtim kapıdan ve böyle el salladım beni yolcu edenlere. Pasaportu memura uzatırken “Allahım lütfen almasın beni içeri” diye nasıl dua ettiğimi hala hatırlıyorum. Uçağa ağlayarak bindim, kalkış sırasında da ağlıyordum. Sonra dedim ki kendi kendime ”Sakin ol, 13 saat ağlanır mı sen deli misin?”
Gözümü kırpmadım 13 saat boyunca ki ben genelde uçağın kalkmasını bile göremeyenlerdenim. Kişisel ihtiyaçlarımın dışında yaptığım tek şey saat başı uçakta yürümek oldu. Malum ayakların şişme riski var. 🙂
Yolculuk sonunda Los Angeles’a indim ve artık çok rahattım. Sanki herşey bitmiş gibiydi ama aslında herşey yeni başlıyordu. 1 saat sırada bekledikten sonra en suratsız görevliye denk geldim ve neden Amerikaya geldiğim, nereleri gezeceğim, arkadaşlarımın nerede olduğu, eşimin neden benimle olmadığı ile ilgili didik didik sorgulandım.
“Hamileyim de bir doğurup çıkıcam” demedim 🙂
Sanırım Kıyafetim sayesinde kimse kocaman göbeğimle ilgilenmedi. Düşünürken bile heyecandan öldüğüm bu sorgu anında nasıl soğukkanlı davrandığıma hala daha inanamıyorum.
Sonra mı? Sonrası bir masal!
Beni dünyanın en tatlı insanı gözlerinin için gülerek karşıladı. Los Angelas’dan San Diego’ya yaptığım 1 saatlik yolculuktan sonra 2,5 ay boyunca evim olarak benimseyeceğim her saniyeyi çok güzel geçireceğim yere vardım. Dünya tatlısı ev sahiplerim sayesinde hayatımın en huzurlu, en dingin, en eğlenceli 2,5 ayını geçirdim. Son güne kadar bol bol gezdim. Aynı dili konuşmasam da, aynı kültüre sahip olmasak da bir an kendimi yalnız hissetmedim.
Ve yine onların desteğiyle Nino’yu kucağıma aldım. Doğum sonrası tam 1 ay kaldık Amerika’da ve çok şanslıydım ki profesyonel olarak da bebek bakımı konusunda eğitimli 2 uzman anne (biri ev sahibim diğeri en yakın arkadaşı) bizim en büyük destekçimiz oldu.
Bu arada aslında doğum sonrası 15-20 gün bürokratik işler için yeterli oluyor ama biz işleri riske atmamak adına dönüşümüzü biraz ileri bir tarihe aldık hem de Nino 1 hafta erken geldi. 🙂 Bol bol zamanımız vardı ve biz de fırsat buldukça gezdik içinde bulunduğumuz ortamın tadını çıkarmaya çalıştık.
Bu kadar endişeli çıktığım bir yolculuğun dönüşünün içimi burkacağını hiç düşünmemiştim.
1 valizimle tek başıma çıktığım yolculuğun dönüşünü 9 valiz Nino ve Mehmet ile yapıyordum. Aile olmak güzel şeydi.
Korkarak, Nino’ya ileride güzel kapılar açmasını (en azından gezerken) umut ederek yola çıktığım bir deli maceraydı bu. Zaman su gibi aktı. Anılarım ve orada tanıdığım güzel insanlar yanıma kar kaldı. Şimdi düşündüğümde herşey bir masal gibi geliyor. Ne demiş şair masal bu ya oldu ya…
Continue Reading
Related Topics:Öne Çıkanlar
Çise Ayıkdır
1984 doğumlu klasik bir başak burcu. Bir süredir kendisini minnak Nino kızın bakımına adamış bir İK profesyoneli. Puzzle yapmayı sever, bir de okumayı ama en çok da gezmeyi. Tüm hayvanları sevse de nedendir bilinmez salyangozların yeri başkadır. Hayata bakışı "sağlık olsun gerisi halledilir" şeklindedir.