Connect with us

Efes Efsanesi 7 Numara’nın Ardından: Petar Naumoski

Öne Çıkanlar

Efes Efsanesi 7 Numara’nın Ardından: Petar Naumoski

Babamın mesleği sebebiyle Bursa’ya taşındığımız 1996 yılına kadar hayatımda basketbol ile ilgili olan herşey televizyondaydı. Çocukluk yıllarımın bir kısmının geçtiği Karşıyaka ‘nın 1987 yılındaki şampiyonluğu, TRT’deki Boston-Lakers maçlarının özetleri, her aklıma geldiğinde Bulls’un efsane yıllarını anımsadığım NBA Action programı, Lütfü, Ömer ve Levent’li Galatasaray kadrosu ilk aklıma gelenler. Ancak bütün bu figürlerin içerisinde bir tanesi var ki bu coğrafyada basketbolu seven taraflı tarafsız herkes için efsane statüsüne erişmiş durumda. Bu isim hemen herkesin tahmin edebileceği üzere Petar Naumoski ‘den başkası değil.

Avrupa basketbolunun tarihine geçmiş sayılı oyun kurucuların arasında olan böyle bir oyuncunun kariyerine yakından tanıklık etmek sporseverler için fazlasıyla değerli olsa gerek. Belki Dünya’nın en iyi oyuncusu değildi. Belki NBA’e gidememişti (Yıllar sonra bir röportajında Jordan önderliğindeki efsanevi Bulls’un teklifini geri çevirdiğini okumuştum).

Naumoski tek başına bizim jenerasyonumuza “Beyaz Gölge” etkisi yapmıştı.

1992’de Naumoski transferi öncesi dönemin en önemli oyun kurucularından olan Djordjevic ile transfer görüşmesi yapan Efes Pilsen yetkilileri de böyle bir etkiyi sanırım öngörememişti. Belki de Djordjevic’in henüz sezon devam ederken Milano ile sözleşme imzalaması ile kader ağlarını örmeye başlamıştı.

Efes Pilsen kariyerine nokta koyduğunda Naumoski artık sadece bir efsane değil aynı zamanda bizden birisiydi.

Dönemin oyun yapısı gereği günümüz bir numaralarına göre çok daha fazla top kullanıp bu konudaki becerilerini sahaya yansıtması ve oyun içi liderliği ile tek başına bir takım olabilmesi bir tarafa sadece forması ile terini silme şekli ile bile bütün basketbol ortamlarında gençlerin taklit ettiği büyük bir ikon haline gelmişti.

Naumoski Türk basketbolseverleri kendine hayran bırakmaya devam ederken, Bursa’da salona yürüyüş mesafesinde bir eve taşınmamızın ardından, Tofaş’ın ve hatta Oyak Renault’un neredeyse tüm iç saha maçlarının müdavimi olmam fazla uzun sürmedi.

En önemsiz ve seyircinin pek rağbet etmediği maçlarda bile salonda olduğum bu dönemde dört gözle beklediğim iki takım vardı. Daha doğru bir ifade ile iki oyuncu bir takım. Bunlar Galatasaray, Orhun Ene ve Petar Naumoski idi.

Orhun Ene’yi izlemek için gittiğim bir Oyak Renault-Galatasaray maçında daha salonun ışıklarının tamamı bile açılmamışken içeri girmiş ve genç bir Oyak Renault oyuncusunun kendi başına şut idmanı yaptığına tanık olmuştum. Oradaki birkaç Oyak Renault minik takım oyuncusuna sahadaki oyuncunun kim olduğunu sorduğumda ise aldığım cevap “Mehmet abi” olmuştu.

O gün kendi başına şut idmanı yapan oyuncu sonraları 2004’te Detroit ile Nba şampiyonluğu yaşayacak ve All Star seçilecek Mehmet Okur’dan başkası değildi. Ancak o dönem Mehmet Okur çok genç ve henüz tanınmamış bir oyuncu olduğu için canlı izlemek açıkçası çok da heyecan verici bir deneyim değildi. O yıllarda bu durumun tam tersi Naumoski için geçerliydi.

Naumoski’yi birkaç defa canlı izledikten sonra bu yeterli gelmemeye başladı ve çıtayı yukarıya çekmeye karar verdim.

Soğuk ve yağışlı bir kış gününde maç bittiğinde eve gitmek yerine Efes Pilsen otobüsün yanında oyuncuların salondan çıkmasını bekledim. Hava çok kötü olduğu için benden başka en fazla dört-beş kişi daha vardı. Bu sayede o efsane kadro ile selamlaşma ve hatta kısa da olsa koç Aydın Örs ve Naumoski ile sohbet etme şansı yakalamıştım. Konuşmanın içeriğini tam hatırlamasam da Naumoski’den forma istediğimde aldığım cevabı ve yüz ifadesini daha dün gibi çok net bir biçimde anımsıyorum.

Hafif bir tebessüm ile “Forma yok baba ya” cevabını vermişti.

O yıllarda tüm ülke Efes Pilsen’in Avrupa maçları ile yatar kalkardı. Naumoski ve Efes Pilsen önderliğinde basketbol rüzgarı ülkeyi sarmıştı. Fakat bütün bu maçların içerisinde genelde 3 tanesi ayrı tutulur. İlk maç Aris’e kaybedilen ve bitiminde büyük olayların çıktığı Saporto Kupası final maçı.

İkincisi ise basketbol tarihimize kara perşembe olarak geçen o unutulmaz Asvel maçı (Aynı gün Tofaş’ta Bursa’da yine Efes gibi Aris’e bir Avrupa Kupası Finali kaybetmişti). Son maç ise Türk spor tarihinde bir ilkin yaşandığı ve Naumoski önderliğindeki Efes Pilsen’in Koraç Kupasını kazandığı Stefanel Milano maçıydı. Milano maçının son anlarını askeri okulda kısımdaki (sınıf) televizyondan gizlice izleyişimizin üzerinden 21 yıl geçtiğine inanmak çok güç. Dile kolay 21 koca yıl önce Naumoski Türk Basketboluna bir kupa hediye etmişti.

Aradan geçen onca zaman sonra Anadolu Efes biraz geç de olsa forma emekliliği uygulaması yapacağını duyduğumda 17 yaşındayken Naumoski’den alamadığım o formanın Abdi İpekçi’nin tavanına asılacağından herkes gibi benim de şüphem yoktu. Nitekim geçen hafta Euroleague’de oynanan Armani Milano maçının devre arasında düzenlenen bir tören ile Petar Naumoski’nin 7 numaralı forması emekliye ayrıldı.

Maç günü İstanbul’da hava tıpkı 20 yıl önce Naumoski ile tanıştığım gün olduğu gibi soğuk ve yağışlıydı. Ve ben her ne kadar öyle hissetmesem de biraz yaş almış olmalıyım ki o havayı ve maça gidecek arkadaş bulamamayı bahane edip salona gitmedim. Maçı evde takip ederken o yıllara döndüm. Çocukluk kahramanlarımızın emekliye ayrılmasını artık kanıksar hale geldiğimiz bu yıllarda konu Naumoski olunca sanki ilk kez böyle birşey yaşıyormuş hissine kapıldım açıkçası.

Bazı sporcular vardır kazandıkları başarılardan ya da yaptıkları işteki yeteneklerinden bağımsız olarak adanmışlıkları ya da boyun eğmeyen karakterleri ile başka yerde dururlar ve insanlara ilham verip hayatlarına dokunurlar. Naumoski de yaptıkları ile onlardan birisi. Ve bence bu yüzden, sadece attığı sayılar, yaptığı asistler ya da kazandırdığı başarılar için değil verdiği ilham ve dokunduğu hayatlar için saygıyı ve teşekkürü hak ediyor.

Bursa’da o akşam alamadığım forma da artık olması gereken yerde Abdi İpekçi’nin tavanında genç basketbolseverleri selamlıyor.

Continue Reading

More in Öne Çıkanlar

To Top